5 Temmuz 2013 Cuma

Serenad...


Hikayenin yaşanmış olaylara dayanması  çok sarsıcı ve acıklı.Tarihe,edebiyata,aşka ve esrarlı,gizemli devlet olaylarına ilgi duyuyorsanız mutlaka ve mutlaka okunması gerekli enfes bir kitap. Okurken gözyaşlarınıza hakim olamayacaksınız...

Kitabın esas temasını oluşturan hüzünlü olay ise Struma isimli geminin içerisinde yaklaşık 800 Yahudi ile birlikte  Şile açıklarında batırılmış olması.

 2. Dünya Savaşı'ndaki Yahudi soykırımı, Ermeni ve Kürt sorununun yanı sıra Struma ve Mavi Alay facialarında hayatını kaybedenlerin hikayelerini de gözler önüne seriyor.

 İstanbul Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünde görevli 36 yaşındaki Maya Duran ile üniversitenin davetlisi olarak Türkiye'ye gelen 87 yaşındaki Alman asıllı Amerikalı profesör Maximillian Wagner arasında geçen olayları anlatıyor. Maya bir gün onu kendi isteği üzerine Şile’ye götürür ve 60 yıllık dokunaklı bir aşk hikayesine tanık olmakla kalmaz, aynı zamanda dünya tarihine ve kendi ailesine ilişkin birtakım sırları da öğrenir.
Nazi zulmünden kaçan bilim adamlarına Türkiye'nin yardım etmesi için Albert Einstein’ın “Ekselansları” diye başlayan Atatürk’e mektubu, Dönemin en büyük bilim adamlarından oluşan 190 kişilik bir gurubun Türkiye’ye gelmesi bunlardan sadece bir kaçı.

MAXİMİLLİAN İLE NADİA'NIN HİKAYESİ

Nazi Almanya’sında, Hitler döneminde bir üniversite öğretim üyesi olarak çalışan ari Alman olan Wagner, Yahudi bir genç kıza aşık olur. Bu genç kızın adı Nadia’dır. Max ve Nadia evlendikten sonra Nadia “Deborah” ismini alarak Yahudi kimliğini saklamaya çalışır. Hitler’in dayattıkları, artık dayanılmaz hale gelip de Scurla Raporu ile Deborah’ın gerçek kimliğinin ortaya çıkma korkusundan dolayı Max ve Deborah Paris’e gitmeye ve orada özgürce yaşamaya karar verirler. 

Ancak olaylar istedikleri gibi gelişmez. Max’ın bir anlığına Nadia’nın yanında olmadığı sırada Nadia’nın Yahudi geçmişi anlaşılarak, trenden indirilmiştir. Max mecburen Nadia’sız Fransa’ya gelmiş, oradan da pek çok Yahudi arkadaşlarının bulunduğu İstanbul’a geçmiştir.

İstanbul’a geldikten sonra Max aynı zamanda hamile olan karısını Hitler’in işkencelerinden kurtarmak için pek çok yola başvurduysa da sonuç alamaz. Karısı “Struma” adlı gemiye biner. Yanında Katolik olduğunu gösteren Max’ın temin ettiği belgeler de vardır. Gemi arıza yapması nedeniyle İstanbul’da demir atar. Ancak gemiden kimsenin inmesine izin verilmez. Gemi iki buçuk ay İstanbul açıklarında kaldıktan sonra Ruslar tarafından havaya uçurulur. Gemideki Nadia da hayatını kaybeder.  

Altını çizdiğim cümleler....

" tık… Kapandı telefon. Bu da aynı diye geçirdim içimden. Bir gün dediklerimi değil, demek istediklerimi anlayacak bir erkek çıkmayacak mı karşıma! Hava kötü dediğimde sadece havadan söz etmediğimi anlamak bu kadar zor mu? İlle de, ben bu hayattan bıktım, türünde sözler mi etmeliyim? İşim çok dediğimde, bana sahip çıkacak bir erkeğe ihtiyaç duyduğumu anlayacak biri… Yanımda olmanı istiyorum diyemediğim için bu yağmur içimi ıslatıyor dediğimi nasıl anlamaz? Düpedüz, sarıl bana dedikten sonra sarılmanın ne anlamı kalır!

''Hiçbir iktidar masum değildir''

“İstanbul vefasız bir sevgiliye benzer.” “Sana hep ihanet eder ama sen yine de onu sevmeye devam edersin.” 

 “Bu dünyada sana kötülük yapmak isteyen insanlar çıkacak karşına, ama unutma ki iyilik yapmak isteyenler de çıkacak. Kimi insanın yüreği karanlık, kimininki aydınlıktır. Geceyle gündüz gibi! Dünyanın kötülerle dolu olduğunu düşünüp küsme, herkesin iyi olduğunu düşünüp hayal kırıklığına uğrama! Kendini koru kızım, insanlara karşı kendini koru!”  (Babaannesinden Maya'ya)...

“Benim tezim, bütün halkların, bütün kültürlerin birbirleri hakkında önyargılara sahip olduğudur. Eğer bir gün bu ön yargı kelimeleri, yani Avrupa dillerindeki barbar, Japon dillerindeki gaijin, Müslümanlardaki kâfir, Almanlardaki ari olmayan gibi önyargı sıfatlarını kaldirabilirsek, amacımıza ulaşabiliriz. Amaç nedir derseniz, bence tam olarak şudur: İnsanın değerinin sadece insan oluşundan geldiği; din, milliyet, cinsiyet, renk, cinsel tercih, siyaset gibi bir takım ön sıfatlarla ayrımcılığa uğratılmadığı bir hümanizm anlayışı.” 

“Bir kız çocuğunun büyümesi ne zaman biter acaba? İlk adet gördüğünde mi, 18 yaşını doldurunca mı, evlenince mi, saçına ilk ak düşünce mi? Bence hiçbiri değil. Bir kız çocuğu büyümez, kaç yaşına gelirse gelsin asla büyümüş gibi hissetmez kendini. Son nefesini içi arzularla, heyecanlarla dolu bir kız olarak verir. Ama değişim yaşar. Hayat o kızı sürekli değiştirir ve bu değişimlerin hiç şaşmayan bir aktörü vardır: Bir erkek. 

Hiç yorum yok: