5 Temmuz 2013 Cuma

“Çünkü bir erkek, bir kadının nefesi kadar…


Ruhlarını kaybetmiş 3 kadın. Bu üç kadına kendilerini bulmak için yardım eden ve bir zamanlar canını yakan adamdan intikam almak isteyen 1 kadın. Ve 4 kadının savaşın ortasında çıktığı uzun yol. Bu yolculuk boyunca Amira, Maryam ve hatta Madam Lilla’nın değişim ve dönüşümlerini anlatıyor.
Amira: Tunuslu, dansçı kız. Tunus devrimi için çalışmış ve devrimin olmasıyla Amerika’dan ülkesine gelmiş.
 Maryam: Mısırlı bir akademisyen. O da Tahrir devrimine katılmış fakat devrimden sonra, bir sebeple, ülkesini terk etmiş.
 Türk, gazeteci kadın. Ülkesindeki baskı ortamında işini kaybetmiş, “Arap Baharı”nı incelemek için ve biraz da yaşadığı yerden uzaklaşmak için Tunus’a gelmiş. Hikayeyi yazmakta gazeteciye düşüyor.
Muhammed’in Amira’ya bıraktığı mektuplar ve Maryam’ın yazdığı Dido yazıtları, Kuzey Afrika, çöl, Orta Doğu serüvende kitap kadınların  hayatı değil kendilerini  keşfetmeye itiyor. Önce korkularımızla tanışıyoruz. Korkularımızı roman kahramanlarının korkularıyla kıyaslıyoruz, çünkü aynı coğrafyanın içinde benzer yaralarla büyüdüğümüz bu kadınlardan, adamlardan biri de biz olabilirdik, biliyoruz. Bütün korkularımızı, bizi güçlü ve güçsüz kılan yanlarımızı bir kenara bırakıp, yazarın hakikati sözcükler yoluyla avucumuza koymasına izin veriyoruz.
Madam Lilla, kadınları karşısına alıp çektiği söylevlerin birinde suçlulardan birini işaret eder: “Aşk bir tereddüt anında gelir hanımlar. Bir küçük tökezleme ve işiniz biter… Bir küçük tereddüt anını bekler aşk, kurduğunuz saray devrilir…”
 Sahiden üçü de “bir tereddüt anında” almışlardır darbeyi.
 Hayatlarını ve kendilerini kurarken yaparken, tökezledikleri bir anda yıkılmıştır sarayları. Fakat tek suçlu da değildir aşk; kadınların kurtarıcılarının kendileri oluşu gibi, yaralayıcıları da çoğu zaman kendileridir, yaratılışları. Çünkü bir kadın çok şey olabilir, olmak zorundadır da ve çok şey olurken, olmaya çalışırken de tökezlemesi pek muhtemeldir haliyle. Zaten romanın bize söylediği esas nokta da budur, yeni bir kadın tanımı yapar  .

 Bu gerçek mi, düş mü olduğunu anlamadığımız uzun hikâye sonrasında  dünyayı döndürenin ‘bir kadının nefesi’ olduğunu  kadınların nefesinin gücüne inanıp inanmamak yine bize kalıyor.

Altını çizdiğim cümleler...

“Amira, bize kadınları nasıl seveceğimizi anlatan bir kitap lazım. Yoksa hep böyle şapşal ve kavruk kalacağız. Bize kadınların nefesini genişletecek, o nefesin rüzgarına yelken açmamızı öğretecek bir kitap lazım. Yoka biz ne kadar sevilsek tamir olamıyoruz.”
“Anlayacaksınız ki hayat sizin nefesinizde. Başka hiçbir yerde, hiçbir şeyde değil. Hayatı siz kuracaksınız. Nefesinizi üfleyeceksiniz… Hayat… Nefesinizin yettiği kadar.”

“Hakikatte kadınlar, bu alem içinde başka bir alemde yaşarlar. İçinde aşklarını ve büyülerini üfledikleri bir alemdir bu. Erkekler biteviye o alemi hırpalar, yıkar. Kadınlar ise yeniden üfleyerek nefesiyle kurarlar o alemi. Kadınlar, erkekleri de üfleyerek var ederler. Bir erkek, bir kadının nefesi kadardır; başka hiçbir şey değildir.”

Duyulmasın diye kısıldıkça çıldırdı kahkahalar.İşte o anda duyduk kapıdaki çığlığı. Her mutlu anın bir cezası olduğuna içten içe inanan bütün Ortadoğulular gibi hiç şaşırmadık ve hemen suçlu hissettik.

“Evlilik, tatlı hanımefendi, porselen takımların desenlerini adamın yüzünden daha çok gördüğün bir münasebettir.  Benim ise, şükür ki, her zaman porselen takımlardan daha heyecanlı şeyler oldu hayatımda. Çin porselenlerinden daha desenli adamlar!”

“Biri bana sarılırsa ayakta duramam. Çünkü... Çünkü kalbim ablukada kalır o vakit. Düşmana teslim olmak daha kolay. Onurun kırılır en fazla, ama beni seven birine teslim olursam... Esir düşerim.”

“Oysa ben hikayesini ilk kez anlatırken dikkate alınmayan insanların aniden ölebileceğinden korkarım.”

“İnsan, o da eli iyi gelmişse hayatta kendini bir kere bütünüyle görür. Ömrün gerisi ya o sahneye yeniden kavuşmak için geçer ya da ondan kaçmakla.”

“Bazen hayatınıza geri kabul edilmek için yapabileceğiniz hiçbir şey kalmaz. Denedikçe düşkünleşirsiniz. Bir küçük hata… Küçücük bir şey bütün hayatınızı silip atar. Hep birlikte size gülerler. Sizin olmadığınız her yerde -bundan emin olmanız için her şeyi yaparlar- sizden bahsedilir ve gülünür. Küçük düşersiniz, ezilirsiniz…”

“Eskilerden birinin sizi görüp isminizi çıkarmak için kekelemesini izlemektense, büsbütün saklanmak istersiniz. ‘Bir zamanlar’ demesin diye, ‘Bizim için çok önemliydiniz.’ Birkaç dost, sırf üstlerine düşen görevi icra etmenin sıkıntısıyla ‘Talihsizlik!’ der, ‘keşke şöyle yapmasaydınız’, ‘keşke şöyle olsaydı.’ Değiştiremeyeceğin, dönüp geri düzeltemeyeceğin küçücük şeylerden söz ederler. ‘Adaletsizlik bu’ demek istersin… Öyledir zaten.”

“Bazen rüzgar esmez. Esmedi mi ezmez yıllarca. İnsanı en çok kendini hayal kırıklığına uğratmak mahveder.”

“İşte o sahneyi viran eden, gelip gitmiş, hiç geri dönmemiş bir adam var. Şimdi ölüme bu kadar yakınken onu da bulamazsam… O zaman cancağızım, hayatım büsbütün yalan olmuş olacak. Büsbütün yanılmışım, bütün bu ömrü yanlış yaşamışım demek ola…”

“Kadının biri, tuhaf bir şirket kurmuştu. Mahvedici A.Ş. Tutuklandı sonra o kadın. Hikaye şuydu: Senin hayatını bir adam mahvetmiş mesela. Sen bu kadına gidiyorsun. Şirket garantili bir şekilde senin hayatın nasıl mahvolduysa, o adam da aynı şekilde mahvolana kadar bir grup oyuncuyla adamın hayatına dalıyor. Özel hukuk firması gibi! İntikam şirketi!”

“Bazen kaldıramayacağım kadar tuhaf olaylar olunca yaşananlar benim başımdan geçmiyormuş da bir film izliyormuşum gibi. Öyle ki ben de uyuşmuş bir merakla izliyorum, bakalım ne diyeceğim. Bakalım gidecek miyim? Dakikalar mı geçiyor, öyle mi zannediyorum, bilemiyorum.”



“Pek nadiren bir erkek çıkar, bir kadının nefesiyle var ettiği aleme sadece hayret etmekle mesul olduğunu anlar.”

“Bir insan yeterince sevilirse böyle bir şey oluyor demek ki. Gövdesinin her bir parçasının ayrı ve doyulmaz bir tadı var gibi, hareket ederken sanki tadıyor kendi etini.”

“Tamam, biliyorum, dünya biraz pis bir yer. Ama Allah’ı bilirsin, kafayı sevdiği kullarına takar. Sen, Allah’ı epey meşgul eden bir tipsin.”

“Yorgunluk, bir çakıl taşını bir tepeye çıkarmaktan, kayayı bile değil, anladınız mı? Çıkar yine yuvarlansın, çıkar yine yuvarlansın…”

“Onlara merhametle yaklaş, öfke ile değil tatlıcık. Öfkede onlar seni yener ama merhamette sen her zaman altın kemer sahibisin. Onları yenebileceğim mindere çek ahbap!”

“O anda anladım, doğum yapan kadınlar niye kesik kesik nefes veriyorlar. Puf puf ediyorlar ki korkunun yutturduğu nefes ciğer toplarını patlatmasın.”

“Evlilik, tatlı hanımefendi, porselen takımların desenlerini adamın yüzünden daha çok gördüğün bir münasebettir. Benim ise, şükür ki, her zaman porselen takımlardan daha heyecanlı şeyler oldu hayatımda. Çin porselenlerinden daha desenli adamlar!”

“Sendeki sende kalacak. Kimse ile ilgili değildi, kimse ile ilgili olmayacak. Aşk onunla ilgili değildi, olmayacak. Yerine başkası gelecek, aşk hep sen de olacak. Gelecek olana yer aç.”

“Çünkü yaralar bir kere açılınca, yarasız olmak diye bir şey yok. Yaradan sonra sadece intikam var!”

“Üç kitap da getiremez kötüleri insafa/ O peygamberler sabır dilemeye gönderildi iyi insanlara.”

“Pekala, insanlar sandığımızdan daha aptal olmalarına rağmen dünyayı her nasılsa bizim anlamakta zorluk çekeceğimiz kadar karmaşık bir yer haline getirmeyi başarıyorlar. Bu kadar gerizekalı olmalarına rağmen, birbirlerine bu karmaşık tuzakları nasıl kuruyorlar, anlamış değilim.”

“Günün birinde bir erkek kalbinin çölünde bir serap gördüm. Serap yağmur duasına dönüştü zamanla, dua deryaya. Böylece doldurdum kumu balıklarla. Seraptan da duadan da yorulduğum zamanlarda adam döndü bir deniz-mezarlığa. Balıklar çırpınmadan bir anda öldü. Ve gördüm ki ben, yine aynı adamda yeniden icat edebiliyorum suyu, yeniden serap, yeniden derya ve yine dolduruyorum balıklarla bir adamın çölünü. Bütün aşklar budur. Aşk, kadınlar yorulunca biter. Kadınlar bir adamı değil, bir mezarlığı terk eder. Ne ki ben bütün kadınlar gibi değilim. Ben çok küçükten beri sadece kendi ayakkabılarımın üzerindeydim.”

“Aşk bir tereddüt anında gelir hanımlar. Bir küçük tökezleme ve işiniz biter. Yılların tecrübesi, bir ömrün zaferleri, külyutmaz aklın yaş tahtaya basmazlığı… Bir küçük tereddüt anını bekler aşk, kurduğunuz saray devrilir.”

“Öyle ya kendimiz yaparız hayatı, tesadüf yoktur. İşaretleri, büyüyü ve tesadüfü de biz üfleriz hayata. Kim bilir, belki en kudretlilerimiz bir canı olduğunu hissetmek için yenilmek ister.”

“Kendinden bile gizler ama her insan bir kere mahvolmak ister. Bakmayın kimse bir cennet dilemez, herkes yana yakıla kendi cehennemini görmek ister.”

“Aşk hanımlar, yoklukla oynanan bir oyundur. Yokluğunun ne kadar derinden hissedileceğine ne kadar güven duyuyorsan o kadar iyi bir oyuncu olabilirsin. Ben tereddüt etmiştim. Aşk, dedim ya, bir tereddüt meselesidir.”

“Yıkılan gönlüm bir anda dikildi ayağa. Bu sevincimden nefret ettim. Ondan nefret edemediğim için kendimden nefret ettim. Sonra ben hep kendimle kavga ettim. O ise keyfini sürdü. Kendi kendine gelip ayaklarında kedi olan bir panteri izlemenin keyfini sürdü.”

“Hikayemi anlatmak istedim. Erkekler hiç hoşlanmaz bundan. Hikayeyi anlatmak isterler, asla dinlemek değil.”

“Bütün erkekler, bütün ihtişamlı hikayelerim onun bıraktığı dev boşluğu doldurmak için küçücük bir çakıl taşıydı. Hayatımın geri kalanı onun boşluğuna yuvarlandı gitti.“

“Çok ağlayınca, yeterince ağlayınca insanın gözleri yarı kör olur.”

“Kendi kendini yapmış, hem de nelere nelere rağmen kendini çer çöpten bir saray olarak inşa etmiş bir kadının bahçesini, bir çöl erguvanını tarumar etmenin bir bedeli olmalı.”

“Eğer bir erkek hiçbir şey söylemiyorsa, sanma ki aklından neler neler geçiyor da söylemiyor. Bir erkek bir şey söylemiyorsa, söyleyecek bir şeyi olmadığındandır. Hele ki akıllı kadınlar karşısında tek silahları susmaktır. Aman unutma. Hele ki akıllı kadınlar karşısında tek silahları susmaktır. Sessizliğin kadınları dize getireceğini bilirler.”

“Sanırım yeterince düşündüm ve karar verdim ki en iyisi hiç kimse olmak. Bütün o hiç kimselerle birlikte aynı gemiye binmek iyi bir fikir gibi geldi bana. Silikleşip kaybolmak kadar berrak bir şey yok. Bulanarak akıp gitmekten daha huzurlu bir oluş icat edilmemiş henüz. Bir waw harfi gibi kıvrılıp bir gece, kendinden ibaret olmaktan daha esaslı bir ‘olmak’ var mı? Allah görür nasılsa. Sonra küçülen bir mim harfi gibi giderek bir nokta olup son vermek kendine. Daha çok ‘bir’ olabilir miyiz, düşünsene. Bir ceviz yaprağının ardına sızan ışık kadar bile umut olsa, bilirsin minnoş, yetinmeyi bilirim. Hey! Öyle bakma. O kadar da melodramlı değil. İyiyim ben. Merak etme. Yüzme bilmeyen herkes gibi deniz konusunda son derece müsterihim. Balım, şansım yaver giderse ben büsbütün kaybolmak peşindeyim. Ben sadece burada yokum, ben artık benden başka bir yerde değilim.

Uzatmayayım, kırılmamış tek hayalimsin. Hey! Epey dayanıklısın ha? Benim gibi bir beceriksiz sakarın elinde bile bir su damlası kadar çeviksin. Düşünüyorum da seninle birlikte yok olmak ne mübarek bir iş olurdu. Hiç kimse bile olmazdık. Bir çift yokluk olurduk. Başlarıyla birbirlerinin karnına sokulmuş iki waw harfi gibi birbirimize kapanıp dururduk, olurduk, ölürdük. Hayat bunun için pek müsait bir gezegen değil. Herkes -en azından şimdilik- tek başına kaybolabiliyor. Buna da şükür. Yani ormanda her şey yolunda. Havalar pek limonata. Böyle düşünmek en iyisi, aldırma.”

“Hey! Yokluğun karanlık değil. Yokluğun büsbütün ışık, gökyüzü kapamaktan başka bir çare bırakmıyor insana.”

“Kesinkes yalan, insanın kendi kendini sevme meselesi, kim uydurduysa. İnsan ancak sevilince öğreniyor kendini sevmeyi.“

“Öpüldüğü zaman gövde bir bütün oluyor. Öpen gidince parçalara bölünüyor. Ayak oluyor işte, el oluyor, karın oluyor.”

“Ne tanrıları ne hekimlerin eli kalbinin o karanlık çekirdeğine değemesin.”

“Belki erkek cinsi böyle tatlıcık, kavrayamayacağımız bir ülkenin fethi peşindeyiz. O topraklarla ne yapacağımıza karar vermeden heves ediyoruz. Bir kadının teni yetmiyor, kalbi yetmiyor, ruhunun teslim olduğu anı görmeden rahat edemiyoruz. Boynunun ülkesini atlarla geçip, kaburgalarının vadisine, candaki Nil’in kaynağına vardığımızda bile fethin tamamlandığından emin değiliz. Kadınlara sıra geldiğinde hepimiz huysuz ve hırçın İskender’leriz. Hak etmediğimizi bildiğimizden esasen, bir kalbin fatihi olmayı tamamen içimize sindiremiyoruz. Kadının o en mahrem kalp odasının içinde ne var görmek istiyoruz. O kapıdan girenin ancak kalmaya gelmesi gerektiğini bilmiyoruz.“

“Bilakis, ömür çok uzun. Hiç de öyle göz açıp kapayıncaya kadar değil. Fakat tek bir şartı var. Kaderini, gönlünü ferah tutarak seveceksin. Ancak sahiplenilmemiş hayatlar kısadır. Yaşamayı istediğin bir ömürde hep yeterince vakit vardır. Yanlış hikaye yoktur. Siz, kaderiniz ne zahmetli olursa olsun hariçte kalmamaya bakın. Ömür o vakit kısalır işte.”

Hiç yorum yok: