Volkan; genç
yaşta yükselmiş bir yatırım uzmanı;
Melike; eski
eser kaçakçısı bir kadın
Eylem;
üniversite mezunu bir telekız.
Ve bu üç kişinin kesişen yolları.
SAFRAN SARI; para, güç ve başarı peşinde koşarken kimliklerinden, aşktan ve
umutlarından uzaklaşan, en sonunda ruhunu kaybedişinin serüveni…
Eda, otuz dört yaşında alımlı güzel ve yalnız bir kadın. Takı
tasarımıyla ilgileniyor. Arada, değerli taş ve takıları üzerinde taşıyarak
küçük çapta da olsa kaçakçılık işine bulaşmış. Duygusal ve cinsel aşka olan açlığı
birini sevme ihtiyacını duyar. En olmadı, doğru dürüst bir adamdan bir çocuk
yapmak gerektiğini düşünüyor.
Volkan, otuz yedisinde bir borsacı. İyi bir eğitim almış,
çalıştığı şirketin çok da küçük olmayan bir yüzdesiyle kâr ortağı. Yakışıklı ve
zengin; istediği kadınla birlikte olmaması için hiçbir nedeni yok. Ancak günün
birinde bu 'kolay'lıktan sıkılır ve yaşadığı hayatı sorgulamaya başlar. Giderek
daha sık, düzenli bir ilişki özlemi duyar.
Eylem muhafazakâr bir
ailenin en küçük kızı. Üniversite çağına dek 'hayatın bir kefaret, sonsuz bir
yas gibi yaşandığı, Allah sevgisi olarak adlandırılan kör bir kulluğun her
solukta hissedildiği bir ev'de yaşar. Başörtüsü nedeniyle üniversite eğitimine
kısa bir süre ara verir; bu sırada farklı kanallardan sürdürdüğü okumalarıyla
teorik anlamda donanımlı hale gelir ve başörtüsünü Ankara treninin camından
savurur. Başörtüsüyle birlikte geçmişini de. Kitap okumayı çok seven, yazılar ve şiirler yazan biridir. Ayaklarının üzerinde durmak için çabalar. Sonrası, yaptığı seçimle acımasız
bir hayata sürüklenir.
Karmaşık duygularla yaşanan karmaşık ilişkiler....
Kitaptan;
“İşte herkes telaşlı
ve umutlu bir yerlere gidip geliyor, bütün tersliklere rağmen isler şaşılası bicimde
yürüyordu. İnsanlar birbirini seviyor, sonra kopuyorlardı. Sorunlar çıkıyor, çözülüyor
ya da çözülemiyor, yine de hayat sürüp gidiyordu.
"İki-üç gün içinde
bir şeyler mi değişmişti içinde ya da dünyada? Hayır, hiçbir şey değişmemişti
elbette. Gözleri hep aynı yöne bakıyordu. Ne ki dünya önünden ağır ağır dönerek
geçiyordu ve bu arada insanın gözü birden bir şeyleri görüveriyordu işte. Gündüz görünen ay
gibi silik de olsa basını kaldırıp bakınca görünüyordu gerçekler."
"Öyle bir dünyaydı ki
bu, başarı da başarısızlık da insanı er geç düş kırıklığına sürüklüyordu!
Olguların kökenine inmeden neden böyle olduğunu anlamaksa mümkün olmuyordu,
insan evriminin halkalarını tek tek inceleyerek gitmek gerekiyordu sonuca.
Belki de artık hiçbir şey o kadar önemli değildi.”
“İnsanlar her dakika 'insan' sözcüğüne bin bir anlam yüklüyorlardı.Öte
yandan ne düşmanlıklar ne hırslar bitiyordu. Her gün her dakika hak hukuk, özgürlük
kavramlarını dillerinden düşürmüyor, ama insan kardeşlerini açlığa, esarete, ölüme
ve vahşete sürüklemekten ya da sürükleyenlere karşı sessiz kalmaktan vazgeçmiyorlardı.
'Büyük insanlık' yalnızca dillerde, uygulanmayan yasalardaydı. Rezillik!”
"Dürüst
olmak ne zaman utanmazlıkla, aptallıkla aynı sey olmustu? Ne tür bir zihin tutulmasıydı
yasadığı ki insan sanmıstı onu?"
"Nefret
bile derin bir duygusallık içerir sonuçta,"
"Seni
tahmin edemeyeceğin kadar büyük bir acıyla seviyorum"
"Unutmak.
Belleğin yıpranmıs kumasına islenmis çirkin bir mühür!"
"Hayattan,
gelecekten ne bekliyorsun?"
"Beklediğimin
ne olduğunu ansızın öğrenmeyi..."
"Hayat sürüyordu. Yaşamak tek
ve tam sayfa bir bilmece değil, içinde sayısız acı ve hikâye barındıran
yanardöner bir zardı. İnsanın bakış açısına, seçimlerine ve bilek gücüne göre
rengi, şans sayısı durmadan değişen kocaman bir zar."
Safran sarısı hüzünlerle
Susuyorum bir mühür
gibi
Vedasız ayrılığı
konuşmayalım diye
Geç kaldım ben uçmaya
Kanat alıştırırken
çalılıkta
Avcının arsız
gözleri önünde
Senden önce takıldım
ökseye
Aşk acizdir zaten çoğu
zaman
Kısa sürer karşılıklı
da olsa
Üstelik kanatsızdır
bulutlar
Taşıyamazlar
kimseyi omuzlarında
1 yorum:
güzel hafif yaşama ilişkin bir romana benziyor...zamanımızın çıkmazları..
adı bile okutturur listeye aldım:))
Yorum Gönder