5 Temmuz 2013 Cuma

“Her şey bir oyundu benim için”



Romanını yazmak için bir dağ köyü ararken, yol kenarında bir “Satılık deniz” tabelası görüyor. Biraz bu imkânsız tabelanın mizahına, biraz da rastgele oturduğu dükkândaki köftelerin lezzetine kapılarak kasabada kalıyor.
 Kadınları ve erkekleri, aşkı, şehveti, şefkati, kıskanmayı ve kıskanmamayı, sadakati, ihaneti, bağlanmayı ve vazgeçmeyi, ara sıra kaderci bir anlayışla Tanrı ile mücadeleye girip onu sorgulamaya başlamasını konu alıyor.

İnsanları niye günahları işleyecek bir ruhla yarattın?
O günahı işleyen mi yoksa günahları yaratan mı daha günahkâr?
Tanrı günahkâr olabilir mi?
Bizi yaratırken günahları da Tanrı yaratıysa neden biz cezalandırılıyoruz?
Beni neden katil yaptı?
Öldürmek istediği insanı niye bana öldürttü??

Gibi bir sürü  benzer soru ve sorgulamaları kitabın her bölümünde görebilirsiniz. Zaten Tanrıyı da bir yazar olarak görüyor ve arasıra onunla kendi yazarlığını da karşılaştırmadan da edemiyor.
 “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir” (Enam Suresi, 32. ayet)
 Tanrı için hayat nasıl bir oyunsa, yazar için de kurgusu oyun: “Her şey bir oyundu benim için”  “Onu bir oyuna çevirmezsen hayat nedir ki, koca bir can sıkıntısından başka?”

Arka kapaktan...

Daha orada, o anda onun en tehlikeli yanının, istediği anda şefkat uyandırabilmesi olduğunu anlamıştım. Tanrı, hep aynı emri verdi, "Şehvetten sakının," bu emre uyamadık, çelişkilerden hoşlanan Tanrı kendi emriyle bile çatışacak kadar güçlü bir şehvet duygusu vermişti hepimize, bu zavallı kullarından o görkemli yaratıcılığının ürünü olan şehvetle dövüşmesini istemişti, kim Tanrının yarattıklarıyla baş edebilir ki, hiçbirimiz edemedik, en masumlarımız bile rüyalarında günaha bulaştı, emre uyamadık ama şehvete karşı dikkatli olmayı, şehvetle boğuşmayı, onu bastırmak için uğraşmayı, ondan kaçmaya çalışmayı öğrendik, yenilsek de zayıf bir kalkanımız, ince bir zırhımız oldu. Şefkat öyle değildi. Tanrı şehvetin yolunu kapatırken şefkatin yolunu sonuna kadar açmıştı, kimse şefkatin yolunda yürürken tedirgin olmaz, kuşku duymaz, kaçması gerektiğini düşünmezdi. Yüzündeki gizli gülümsemesinden anlaşıldığı gibi o bunu içgüdüleriyle sezmiş, Tanrının yasakladığı topraklara girmek için tanrının şefkatini bir "Truva atı" gibi kullanmayı öğrenmişti, her erkek kapılarını açıp o atı gönül rahatlığıyla içeri alıyordu. Tanrının söylemeye vakit bulamadığını söylemek bana düşecekti, "Güzel kadınların uyandırdığı şefkatten korkun."

Altını çizdiğim cümleler...

Onu “katil” yapan tesadüfleri düşünürken, “Küçücük anlar var hepimizin hayatında” diyor yazar, “bir tohum gibi, o ânın içinde ne olduğunu bilmiyoruz ama o anlardan bir tanesini alıp suluyoruz, tek bir an büyüyüp koca bir hayata dönüyor ve o ânın içinde nasıl bir hayat olduğunu daha sonra öğreniyoruz, Tanrı’nın tesadüfleri diyoruz…” Ve soruyor: “Yanlış bir tohumu suladım. Bu seni eğlendiriyor mu Tanrım?” İster istemez, çevrenize serpilmiş tohumlardan hangilerini suladığınızı düşünüyorsunuz siz de; sulamadıklarınız, çimlenmesine izin vermeyip öldürdüğünüz anlar, ıskaladığınız muhtemel hayatlar takılıyor aklınıza. Tek bir tohumun içine nasıl sığdık biz? “Arzularımıza çok küçük gelen bu hayatın” içine nasıl sığıştık? Buradan çıkış yok mu?
Ben yalnızken kendimi hiç yalnız hissetmem, alıştığım sevdiğim bir şey yalnızlık. Hatta yalnızlığı her zaman insanlarla birlikte olmaktan daha fazla severim. Yalnızlığı özlerim. Özlemekten de öte, yalnızlığa ihtiyaç duyarım. Yalnızlığa neden bu kadar muhtacım hiçbir zaman anlayamadım. Bir şey yapmak için istemiyorum yalnızlığı ama yalnızlık bana her şeyi yapabileceğimi düşünme özgürlüğü veriyor. Galiba sırf bu yüzden yaptığım her şeyden vazgeçip yalnız kalmak istiyorum, hiçbir şey yapmadan her şeyi yapabileceğimi düşünmek için. 
Başka insanların varlığının her zaman özgürlüğümü kısıtladığına dair garip bir inancım var, bir zaman sonra yanımdaki insaların varlığından huzursuz olurum. Kimseye bir şey söylemeden hareket edebileceğim bir alan gerekir hep bana ama söylediğim gibi bir şey yapmak için değil, yapabileceğimi hissetmek için. Benim istediklerimi engelleyecek ya da sorgulayacak başka bir insanın, başka bir iradenin, başka bir isteğin varlığı beni hep tedirgin eder.
Belki de bunun için yıllardır mutlak bir yalnızlığın içinde yaşıyorum.
Etrafında benim irademin çarpacağı başka bir irade, başka bir istek olmasın diye.

...Birçok insanın hayatına yalnız kalma korkusunun yön verdiğini, belirlediğini, birçok insanın sırf yalnız kalmamak için birçok isteğindne vazgeçtiğini biliyorum. Bu benim için çok anlaşılmaz bir şey. Ben yalnız kalabilmek için birçok isteğimden vazgeçtim.

Hiç yorum yok: